18 Mart Çanakkale Zaferi
Çanakkale...
Bugün18 mart...
Bazı arkadaşlar Çanakkale'yi ve orada ölüme yürüyenleri saygı ile anarken bazı arkadaşlar bu zaferin bir zafer olmadığını kanıtlamaya çalışıyorlar... Böylesi bir tartışmada yazdığım iki yorumu buraya aktarıyorum:
Yorum:
Çanakkale, Mustafa Kemal'in askeri başarısı nedeniyle TC'nin kuruluşunda önemli bir yer tutar, çünkü Mustafa Kemal'i ordu içerisinde insiyatif ve saygınlık sahibi yapan savaş bu savaştır. Dolayısı ile Mustafa Kemal'in TC'nin kuruluşundaki önemi ne ise Çanakkale'nin önemi de odur. "Kazanç kayba eşittir" bazen... Çanakkale'ye gelen süreçteki hedefler Osmanlı açısından kaybedilmiş ancak Osmanlı ordusu içindeki subayların bir kısmına bıraktığı mirasın sahiplenilmesi ile TC'nin yolu açılmıştır...
Bir savaşı yorumlamak için, savaşın sonuçları içinden yalnızca bir noktaya bakmak yanıltıcı olabilir...Yorum:
"Liman von Sanders Pasa" askeri anlamda bir salaktır sadece. Onun oradaki formalite komutanlığının savaşın kazanılmasında hiç bir rolü yoktur. "Askerler! Size ölmeyi emrediyorum!" emrini veren ve bu emre harfiyyen uyan "kimisi onbeşli, kimisi nişanlı" erlerin zaferidir Çanakkale... Bunu en güzel doğrulayan da, Çanakkale-Gelibolu'da yenilgiye uğradıktan sonra yıllar yılı bu yenilgiyi hazmedemeyen İngiltere devlet adamlarından Winston Churchill'dir!
Winston Churchill neden yenildiğinin yanıtı olarak; "Türk askerinin aptallığı yüzünden yenildim" der...
Çünkü akıllı bir komutanın emirlerine harfiyyen uyan bir ordu, dünyanın en güçlü ordusudur... Çanakkale'de işgalciler ölmemek için çırpınırken, Türkler ölmek için yarış halindedir!
Askerlerin ölmek için yarışmasını birileri aptallık olarak değerlendirebilir. Ancak insan vücudunun bir yerinde bir darbe ile yara açıldığı zaman, oradaki kanamayı durdurmak için trombositler gelir damarların ağzında intihar eder. Askerlik de böyle bir şeydir... "emre itiraz" zaten ölüm demektir... Gövde gidince hücrelerin yaşama şansı zaten yoktur. Hücreler için bir beden ne ise yurttaşlar için vatan odur. Bu süreci, bu algıyı ve kabulü değiştirebilecek bir evrimi insanlık henüz geçirmiş değildir! 70 yıllık Sovyet deneyimi de bu konuda incelenmesi gereken sorular ve dersler bırakmıştır diye düşünüyorum...
1968'lerde ve 1970'ler sonrasında Türkiye sosyalist hareketinin başına iki şeyi bela ettiler: Birincisi "din düşmanlığı" ikincisi Mustafa Kemal düşmanlığı... Birincisini Marks'ın "din bir afyondur" sözüne dayandırdılar, ikincisini de Kürt isyanları karşısındaki TC'nin tavrına dayandırdılar... Din düşmanlığı nedeniyle halkımızın arasına kök salmamız engellendi, türlü provakasyonlar gerçekleştirildi... Oysa Marks'ın "din bir afyondur" tümcesinin önündeki tümceler okunduğunda Marks'ındin düşmanlığı yapmadığı görülebilecektir. Marks orada; "Din ruhsuz dünyanın ruhu, ezilenlerin afyonudur" demiştir ve bunun meali: din olmasaydı insanlık çektiği acılar karşısında aklını yitirirdi" demektir. Ancak bu Türkiye'deki "pro-devrimciler" diyebileceğim kuşak tarafından "din düşmalığına" dönüştürüldü ve bu gelişmeyi bence burjuvazinin ajanları da bilinçli bir şekilde körükledi...
Nasıl ki "din bir afyondur" sözü "cımbızlanarak" yorumlandıysa(!) özellikle 1976'dan itibaren sözüm ona "kemalizmle hesaplaşırken" bu hesaplaşma da Mustafa Kemal ve giderek Türk düşmanlığına ve Türklerin aşağılanmasına dönüştürüldü... Bunun da yine din konusunda olduğu gibi sosyalist hareketi güdükleştirmeye yönelik bir operasyon olduğundan zerrece kuşkum yok! Çünkü bu operasyon sonrasında da sosyalistler dar kadro örgütlerine dönüştüler kendilerine hayat verecek dokularını kaybettiler. Aksini iddia edenlerin biraz daha tarih ve toplum bilim okuması gerekir diye düşünüyorum.
Mehmet Gezmiş arkadaşın;
"Her vesile ile Mustafa Kemal'e ve Türklere bok atmayı devrimcilik diye pazarlamak, kürt milliyetçiliğine bir şey katmaz.
"Kürtlerin kurtuluşu, emperyalizmle bir olup Türklere düşmanlık yapmaktan geçmez. Emperyalizme karşı birlikte mücadele etmekten geçer... Bütün ülkelerin işçileri Ve ezilen halklar, birleşiniz! Türklere karşı değil, emperyalizme karşı." paragraflarına olduğu gibi katılıyorum...
Ancak bu katıldığım paragrafların devamında ulusal eksenli, şövenist, Kürtleri yok sayan bir harekete doğru değil, emek eksenli sınıfsal kurtuluşu öne koyan bir dönüşümün geliştirilmesi gerektiğini de vurgulamam gerek. Ne yazıkki bu vurgumu kimi milliyetçi vurguncular -ki onların sosyalizm karşıtı ve hatta bir çoğunun burjuvazinin provakatörleri olduklarından eminim- yllardan beri çarpıttıklarını da biliyorum ve bu yüzden siyasi arenanın alabildiğine kirli olduğunu düşünüyorum...
Her şeye rağmen bir gün göreceğiz; "Güneş balçıkla sıvanmaz"!...
Hüseyin Aktaş